Bebek sahibi olmak yani anne olmak istisnaları olsa da pekçok kadın için hayatının bir döneminde mutlaka isteyeceği bir durumdur. Bu kararı vermek bundan belki 30-40 yıl önce çok daha kolayken kadınların çalışma hayatı içinde daha fazla yer almaları, toplumsal değişimler, çocukların ailelerinden uzak şehirlerde yaşamaları gibi değişik nedenler ile çocuk sahibi olmaya karar vermek güçleşmekte. Dahası günümüz yaşam koşulları çoğu evli çiftin sadece tek çocuk yapmak istemesinde önemli rol oynamakta. Bununla birlikte anne baba olan çiftlerin oldukça önemli bir kısmı çocuklarının kardeş diye dayatması, sosyal yaşamları ya da bebek sahibi olmanın getirdiği keyif ve mutluluğu yeniden yaşamak için birden fazla sayıda çocuk sahibi olmayı düşünüyorlar.
Bu düşüncede olan çiftlerin önemli bir kısmı iki kardeş arasında en az 3-4 yıl yaş farkı olmasını istiyor ve buna göre korunuyorken daha az sayıda bir kısım çift ise mümkün olan en kısa zamanda yeniden bebek yapma düşüncesi ile bizlerden en erken ne zaman yeni bir bebek yapabilecekleri konusunda fikir alıyorlar.
Doğum sonrasında yeni bir hamilelik için en ideal zamanın ne olduğu konusunda çok net bir bilgi olmamakla birlikte klasik tanım iki doğum arasında en az 2 yıl olması gerektiği şeklindedir. Ancak çok yeni ve Aralık 2009 yılında yayınlanan bir çalışmada doğumdan sonra ilk 6 ay içinde hamile kalan kadınların yeni gebeliklerinde erken doğum yapma ve küçük bebek doğurma risklerinin anlamlı olarak arttığını saptanmıştır. Yine aynı çalışmada doğumdan sonra bir sonraki gebelik için 60 ay ya da daha uzun süre bekleyenlerde de erken doğum riskinin yükseldiği belirtilmekte ve bu çalışmada bir sonraki gebelik için ideal olarak en az 11 ay beklemek gerektiği ileri sürülmektedir.
Kadınların önemli bir kısmı doğum sonrasındaki ilk dönemlerde gebe kalmayacaklarını düşünürler. Burada hem emzirmenin gebelikten koruduğuna olan inanca, hem de doğum sonrasında en azından bir süreliğine düzenli bir cinsel hayat olmamasına güvenirler. Bilinen ya da açıklanamayan nedenlerle gebe kalamayıp aşılama ya da tüp bebek gibi tedaviler ile gebe kalanlarda ise bu güven dugusu çok fazladır ve zaten gebe kalamayacaklarını düşünerek doğum kontrol yöntemlerini dikkatli bir şekilde uygulamazlar. Oysa bu tür hastaların çok büyük bir kısmı daha sonraki dönemlerde kendiliklerinden gebe kalabilmektedirler.
Peki emzirme gerçekten zannedildiği gibi gebelikten korumakta mıdır?
Bu sorunun cevabı hem evet hem de hayır olarak verilebilir. Antik çağlardan beri emzirmenin gebe kalma potansiyelini azalttığı bilinmektedir ve bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanılagelmektedir. Ancak emzirmenin modern bir doğum kontrol yöntemi olmadığı aşikardır. Doğumdan sonra hastalara bilgi verirken pekçok kadının aslında emzirdiği süre içerisinde adet görmeyeceğini düşündüğünü fark ediyorum. Oysa bu doğru değil. Doğumdan sonra düzenli adet kanamalarının başlaması genelde 5-6 ay içinde gerçekleşiyor, adet görülmeyen dönem 2-3 ay gibi kısa bir süre olabileceği gibi 13-14 aya kadar da uzayabiliyor. İşte emzirmenin gebelikten koruması ile ilgili kilit noktası da aslında adetlerin başlaması
Emzirme ile gebelikten korunma arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmacılar sonuçta anne ile bebek arasındaki bu güçlü iletişimin gerçekten de %98’lere varan oranda gebeliği engelleyebileceği sonucuna varmışlar ancak bu durumun gerçekleşmesi bazı koşullara bağlı. Bugün kabul edilen duruma göre emzirmenin gebeliği engeleyici bir doğum kontrol yöntemi şeklinde davranabilmesi için 3 koşulun mutlaka karşılanması gerekiyor.
Bu koşullar şunlar:
- Annenin adet kanamaları başlamamış olacak (lohusalık dönemindeki kanamalar adet kanaması olarak kabul edilmemektedir)
- Bebek tam ya da tama yakın anne sütü ile beslenecek
- Bebek 6 aylıktan küçük olacak
Bu üç koşulun hepsinin de karşılanması durumunda emzirmenin gebelikten koruyuculuğu neredeyse modern tıbbi korunma yöntemleri kadar yüksek. Ancak açıkca görüldüğü üzere bebek 6 ayı geçtükten sonra koruyuculuk giderek azalıyor.
Beslenmenin tanımına bakacak olursak vitamin ve ilaçlar dışında bebeğe hiçbir gıdanın verilmediği durumlar tam anne sütü ile beslenme olarak kabul edilirken bebeğin aldığı gıdaların %85’inden fazlasının anne sütü olduğu, bebeğin başka ilaç ve sıvılar almakla birlikte bu verilen maddelerin emzirmeyi ertelemeye neden olmadığı durumlar ise tama yakın anne sütü ile beslenme olarak tanımlanmakta
Bu üç kriter içerisinde en önemlisi ise adet kanamalarının başlaması. Bu durumda sütün koruyuculuğu neredeyse sona eriyor. Dolayısı ile bebeini sadece anne sütü ile beslese bile bir kadın eğer adet görmeye başlamış ise mutlaka etkili bir doğum konrtol yöntemi kullanması gerekiyor. Doğumu takip eden 8. haftadan sonra gerçekleşen herhangi bir vajinal kanamada kadının gebe kalma potansiyelinin geri döndüğününün kabul edilmesi gerekir.
Bu şeklide uygulanan doğum kontrolüne Laktasyonel Amenore Medotu (LAM) adı veriliyor. Kurallar uyulduğu taktirde LAM son derece etkili, maliyetsiz ve doğal bir yöntem.
Laktasyonel Amenore Metodunun avantajları
- Düzgün uygulandığında yüksek etkinlik oranına sahip olması
- Basit ve kolay olması
- Ucuz ve yan etkiye sahip olmayan bir yöntem olması
- Cinsel yaşantıyı kısıtlamayan bir yöntem olması
- Hemen hemen tüm kültürlerde kabul gören bir yöntem olması
- Ve belki de en önemlisi hem bebek hem de anne sağlığı açısından sayısız yararlarının olmasıdır
Dezavantajları ise 6 aydan sonra etkinliğinin çok azalması ve özellikle çalışan anneler için düzenli emzirme programına uyum sağlamada güçlük olmasıdır.
Kısa aralıklar ile gebe kalmak
Bir gebeliğin sonlanması ile takip eden gebeliğin başlangıcındaki süre gebelik aralığı olarak adlandırılır. Son doğum ile bunu takip eden doğum arasındaki süre ise doğum aralığı olarak tanımlanır. Doğum aralığının kısa olması durumunda gebelik sırasında ve doğumdan sonraki ilk birkaç ay içinde bebek kayıplarının oranında önemli oranda artış olduğu bilinmektedir.
Yine benzer şekilde iki gebelik arasındaki sürenin kısa olması durumunda düşük doğum ağırlıklı bebek ya da rahim içi gelişme kısıtlılığı olan bebek doğurma riski de artmaktadır.
İki doğum arasındaki sürenin 12 aydan kısa olması anne açısından bazı sorunları da beraberinde getirir. Bunlardan en önemlisi annedeki anemi yani kansızlık riskidir. Öte yandan birden fazla küçük çocuğun bakımının getirdiği fizyolojik ve psikolojik yorgunluk dışında ciddi bir sağlık sorunu yaşanmaz. Ancak bu yorgunluk durumları olduça önemlidir ve tükenmiş anne sendromu olarak isimlendirilir. Aslında tükenmiş anne sendromu diye bir durumun varlığı tartışmalıdır ve bununla ilgili bilimsel çalışmalara ve yayınlar fazla değildir. Buna karşın günlük yaşamda karşılaşılan durumlar bilimsel olarak kanıtlanmamış olsa da annelerin yaşadığı zorlukları gözler önüne sermektedir.
Anne olmak bir armağan ya da ödül olabilir ama bunun bir de bedeli vardır. Enerjinin ve zamanın büyük bölümünün bebeğe gitmesi, özellikle çalışan anneler için hem işte hem de işte daha fazla işyükü binmesi, doğum sonrası eş ile yaşanan gerginlikler, çocuğun geleceği ile ilgili endişeler gibi pekçok faktör bu bedel olarak ödenir. Kendine zaman ayıramamanın bir sorunu olarak da beslenme bozuklukları ortaya çıkabilir. İki bebek arasında kısa bir süre olmasının en önemli dezavantajı bu tükenmiş anne sendromu olarak adlandırılan durumdur.
Bir bebeği olduktan kısa bir süre sonra yeniden hamile kalan annelerin kendileri ve her iki bebekleri için yapabilecekleri en iyi şey mümkün olan her anda kendilerini dinlenmeye bırakmaları, vitamin desteklerini ihmal etmemeleri ve mutlaka beslenmelerine çok dikkat etmeleridir.
Gebelik aralığı açısından bakıldığında ise bir düşük yaşandıktan sonra takip eden gebelik için 3-4 ay beklenmesi gerektiğini savunan hekimler olmakla birlikte bilimsel araştırmalar bu savı desteklememektedir. Düşük ya da erken doğum sonrasında bunların tekrarlamasını önleme açısından uzun gebelik aralığının koruyucu bir etkisinin olduğunu kanıtlayan bilimsel yayın yoktur. Holanda’da yapılan bir çalışmada düşük yaşandıktan sonraki ilk 3 ay içinde gebe kalınmasının gebeliğin seyri açısından hiçbir olumsuz risk artışına neden olmadığı gösterilmiştir.
Bu nedenle düşükten sonra gebe kalmayı planlayan çiftlere öneride bulunurken gebeliği olumsuz etkileyebilecek ek risk faktörleri yoksa gebe kalma süresini kısıtlayacak önerilerde bulunmaktan kaçınmak gerekir.
Hem anne hem de bebek sağlığı açısından doğumlar arasındaki süre önemli gibi görünmektedir. İdeal olan iki doğum arasında 2 yil civarinda bir süre bulunması gibi görünmektedir. Ancak bu kesin bir süre olmayıp annenin yaşı, genel sağlık durumu, eğitimi, ekonomk gücü, en son gebeliğin durumu ve annenin emzirme süresi gibi kriterler dikkate alınmalı ve ona göre öneride bulunmak gereklidir. Ancak her şart altında bir doğum ile ikinci gebelik arasında en az 18 ay geçmiş olması daha uygun gibi durmaktadır. İngilterede 1989-1996 yılları arasında gerçekleşen 173.205 doğumun kayıtlarını inceleyen bir araştırmadan elde edilen sonuca göre arasında hem anne hem de bebeğin sağılığı açısından iki doğum arsında en az 18-23 ay olmalıdır.
Emzirirken gebe kalmak
Anne ile yeni doğan bebeği arasındaki en güçlü bağlar emzirme ile kurulur. Emzirmenin anne sağlığına, anne sütü almanın da bebek sağlığına olan yararları tartışmasızdır. Son dönemlerde üretilen mamalar anne sütüne yakın besleyici özelliklere sahip olsa da emzireme özellikle doğum sonrası ilk 6 ayda önemlidir. Bu eylem ideal şartlarda uygulandığında gebelikten korunma konusunda da oldukça etkili bir doğum kontrol yöntemidir.
Sütün gebelikten koruduğu halk arasında yaygı bir inanış olmakla birlikte daha önce de söz ettiğimiz gibi belirli kritlerler karşılanmadığı sürece bu koruyuculuk çok alt sevyiyelere inmekte ve maalesef kadın yeniden gebe kalabilmektedir. Sonuçta emziren ve gebe olan bir kadın bu kez her iki bebeği ile ilgiliendişeler duymaya başlar
Emzirirken gebe kalmak sanıldığı kadar nadir görülen bir durum değildir. Bu gebeliklerin çok önemli bir kısmı plansız gebelikler olduğundan genelde sonlandırılmaktadır. Annelerin bu yeni gebeliği sonlandırmak istemelerinin altında yatan ana sebep ise çok küçük ve kendilerinin bakımına muhtaç olan ve emzirmeyi istedikleri bir bebeklerinin olmasıdır.
Halk arasında yaygın olan ve bazı hekimlerce de desteklenen görüş emziren bir kadın gebe kaldığında emzirmeye devam ettiğinde bunun düşük ya da erken doğuma neden olabileceği, hatta anne karnında gelişmekte olan bebeğin gelişiminin olumsuz etkilenebileceği, sütün kalitesinin bozulması nedeni ile emen bebeğin de beslenmesinin yetersiz olacağı bu nedenle emzirmeye son verilemesi gerektiğiydi.
Oysa son zamanlarda yapılan araştırmalar bu inanışın doğru olmadığını göstermektedir. Memeyi sütten dışarı atan hormon olan oksitosin aynı zamanda rahim kasılmalarını sağlayan hormondur. Ancak emzirmenin rahimde hafif kasılmaya neden olmak dışında düşüğü ya da erken doğumu tetiklediğine dair herhangi bir bilimsel veri mevcut değildir.
Gebelik sırasında emzirmenin anne karnındaki bebeğin gelişimini olumsuz etkileyeceği hatta “zehirleyeceği” yönünde bir inanış olmakla birlikte bu tamamen bir şehir efsanesidir ve gerçekle hiçbir ilişkisi yoktur. Sütün kalitesinde ve bağışıklık sistemini etkileyen içeriğinde bir miktar azalma saptanmış olsa da bu azalma emen bebeğin gereksinimlerini karşılamak için oldukça yeterli bulunmaktadır.
Gebelik sırasında emzirmenin en önemli olumsuzluğu anneye getireceği ek yorgunluk ve halsizliktir. Annenin çok daha fazla dinlenmeye ihtiyacı vardır. Bununla birlikte hem kendi, hem emzirdiği bebek hem de karnında gelişimine devam eden bebeğin beslenme gereksinimlerini karşılamak durumundadır. Bu nedenle beslenmesine çok dikkat etmeli tercihan bir beslenme uzmanının kontrolü altında gebeliğine devam etmelidir. Günlük kalori gereksinimlerinin altına düşmemeli, öte yandan kontrolsüz bir şekilde de kilo almamaya özen göstermelidir.
Gebeliğin ikinci üçaylık dönemine girildiğinde süt miktarında azalma olması normaldir. Böyle bir durumda eğer ilk bebek hala daha ek gıdalara geçmemiş ise süt yetersiz geleceğinden bebeğin beslenmesinin bir çocuk hastalıkları uzmanı tarafından değerlendirilmesi ve ek gıdalara başlaması uygun olacaktır.
Bugün için kabul edilen genel bilimsel görüş, düşük tehdidi, erken doğum riski , plasenta previa gibi ek bir risk faktörü bulunmaması ve anne adayının emzirmeyi sürdürmeyi istemesi durumunda, uygun beslenmenin sağlanması koşulu ile emzirmeye gebeliğin sonuna kadar izin verilebileceği şeklindedir. Doğum sonrasında her iki bebek de emzirilmeye devam edilebilir. Farklı yaşlardaki iki bebeğin emzirilmesi işlemine “Tandem Nursing” adı verilmektedir ve bunun beslenme gereksinimindeki artış dışında hiçbir sakınca yoktur.